Bakırköy Akıl Hastanesi'nin Gizli Tarihi

-
Aa
+
a
a
a

 

 

Eraslan Sağlam: Bakırköy Akıl Hastanesi'nin Gizli Tarihi adlı, Okuyanus Yayınları'ndan çıkan yeni bir kitap hkkında konuşmak üzere, Açık Radyo stüdyosunda üç psikiyatr ile beraverim. İlk baskı hızla tükendi, ikinci baskısına da hazırlanıyor kitap. Kitabın editörleri, Betül Yalçıner, Peykan Gökalp ve Cem Mumcu konuğumuz. Hoşgeldiniz. Üçünüzün de burada olması çok güzel, bunun için çok çok teşekkür ederim, çok keyifli geçeceğe benziyor bu söyleşi sayenizde.

 

Cem Mumcu: Açık Radyo diye geldik ama değil mi?

 

ES: Bakırköy, dışarıdan bakanlar için farklı bir imaja sahip değil mi?

 

Peykan Gökalp: Bakırköy kurulduğu tarihten bu yana -1927 yılında kurulmuş- hep delilikle bağlantı kurulduğu için, bir taraftan doğal olarak çok ürkülen, bir taraftan da çok merak edilen bir yer olmuş. Ben hayatım boyunca hep şunları duydum: "Bakırköylük olursun!" ya da "seni Bakırköy'e göndeririz" denirdi, çocukken de oyun oynarken bile. Dolayısıyla böyle ürkülen, hatta yeri geldiğinde istenmeyen kişilerin kapatılabileceği bir yer falan gibi bir imajı mutlaka olmuş. Sonra psikiyatriye başlayınca gördüğüm şu oldu; psikiyatri, ruhsal hastalıklar ve bunlarla bağlantılı kişiler yoğun bir damgalanmaya maruz kalıyor hayatlarında. Dolayısıyla onların bir ayrımcılığa ve dışlanmaya maruz kalması söz konusu oluyor. Bakırköy de bir psikiyatri kurumu olduğu için böyle bir damgalanmaya, şu amda azalmış olsa da maruz kaldığını düşünebiliriz. Böyle bir imaj olduğunu düşünüyorum, ama bir taraftan için için merak edilen, esprilere konu olan bir yer. Ağır bir tarafı olduğu kadar hafif bir tarafı var gibi geliyor bana.

 

Betül Yalçıner: Bakırköy hakikaten de bir tür 'kapatılma yeri' olarak anılır, düşünülür, korkulurken, bir taraftan da bizim bile görmediğimiz kadar bir tür kurtarılma yeri, kurtarılmış yer gibi görünüyor zannediyorum. Kitap da bize biraz bunu gösteriyor.

 

ES: Siz üçünüz de orada çalıştınız ve başlangıçta oranın bilimsel yapısı ile ilgili sanıyorum çeşitli endişeleriniz vardı.

 

BY: Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi aslında bir dal hastanesi; nöroloji, psikiyatri ve nöroşirurji dallarında hizmet veriyor. Ben de nörologum bu arada, psikiyatrist değilim, ama herhalde psikiyatriyle nörolojinin, en birbirine yakın, hatta birbirinin içinde olduğu yerdir Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi. Esasen nöroloji ile psikiyatri bu kadar da ayrılmamalıdır birbirinden; bir tane beyin var biliyorsunuz, onun için hepsi aynı yerde geçiyor olayların. Her yeni dönem aslında bir önceki dönemi "biz enkaz devraldık" diye tanımlar ya genel olarak, bizim hastanenin tarihinde de böyle geriye doğru giderseniz, her başhekim bir önceki dönemi bir enkaz gibi anlatır.

 

ES: Kitapta bu süreci de okuyabiliyoruz.

 

BY: Nedim Zembilci'nin şöyle bir sözü var hastaneyle ilgili olarak, "Herhalde anakronik bir müessesedir bu, bazen zamanından ileride bazen zamanından geride" diye. Hakikaten anakronik bir müessese, zaman zaman Türkiye'deki tıp ya da sosyal faaliyet alanını zorlamış ve öne çıkmış, zaman zaman da böyle bir içine kapanmış, kapalı kalmış, hatta bu anakroniyi aynı anda yaşamış, yani bir tarafı öne çıkarken, -gündüz hastaneleri, yarıyol evleri, hastaları toplumla barıştırmak, vs.- bir taraftan da 80'de Yıldırım Aktuna'nın gelişiyle, hastaların kapalı kapılar ardında bakımsız, vs. oldukları zamanları aynı anda yaşamış. Onlar da kitapta çok ayrıntılı anlatılıyor, ama bütün bunların ötesinde biz istedik ki, aslında herkes istemişti ki zamanında, burası enstitü gibi bir şey olsun, yani burası herhangi bir devlet hastanesi değil, herhangi bir eğitim hastanesi değil. Aslında Peykan'ın dediği gibi açılışı 27'de, ama 25'ten, hatta 23'ten itibaren taşınmalar başlamış. Cumhuriyet kurulmuş ve yapacak hiçbir şey yok, para yok, pul yok, Mazhar Osman bir şekilde, -o da sosyal bir insan bir taraftan, iktidarla ilişkilerini düzgün tutan-, orayı almış. Yıllardır boş duran, bin dönüm, 'yılan yuvası' diye tarif edilen bir yer, orayı almış. Tam cumhuriyetin kuruluş heyecanıyla birlikte ve bir sürü doktor Toptaşı'ndan gelmişler. Delilerimizin bir önceki yeri Toptaşı Mimarhanesi'dir, oradan gelmişler ve büyük bir heyecanla kurmuşlar. Bir sürü insan Fransa'ya gitmiş, Almanya'ya gitmiş vs. Yani orada aslında çok bilimsel bir çalışmanın temelleri atılmış. Biz de istedik ki aslında onun gibi devam etsin, yani biz aslında romantiktik, hep ileri gitsin, hep daha iyi olsun istedik. Bunun en yoğunlaşmış ifadesi oranın bir nöropsikiyatri enstitüsü olmasıydı aslında, herkesin hayali buydu, hâlâ hayalimiz bu, içeridekiler ve dışarıdakiler olarak. Bir gün olacağını bekliyoruz, umuyoruz.

 

ES: Umarız. Kitabı yazmak için nasıl bir amaçla yola çıktınız?

 

CM: Buna Betül cevap verse daha iyi olur.

 

BY: Ben hastaneden ayrılmıştım, emekli olmuştum. Bunun bir öncesi var aslında; İç Bahçe diye bir kitabımız var, belki görmüş, duymuş olanlar vardır, yine Okuyanus Yayınları'ndan, Toptaş'tan, La Paix'den, Haseki, Mecanen Müşahadehanesi'nden gelerek Bakırköy'ün nasıl kurulduğunu anlatır. O Bakırköy'ü 80'lerde bırakıyordu, yani Yıldırım Aktuna'nın gelişiyle birlikte bırakıyordu. Bunun bir devamı olsun istedik, ama biz tarihçi değiliz, vakanüvist değiliz. Bu hastanede şöyle bir gelenek var, 40 yıl, 50 yıl, 10 yıl filan diye kitaplar basılmış resmi kanaldan, başhekimlik bastırmış bunları.  O kitapların formatı da buna çok benziyor, daha doğrusu biz ona benzettik formatımızı, çünkü o çok iyi ifade ediyor. Belirleyici olan herkes istediğini yazıyor, yani orada bir zaman bulunmuş herkes kendi bakış açısından meseleye giriyor. Biz de dedik ki, "Biz tarihçi değiliz, ama yaşadık orada sonuçta ve bir sürü insan yaşadı, yaşarken de kendimizi çok özel hissettik, orayı çok özel hissettik, hissetmeye devam ediyoruz, o halde herkes bu hislerini yazsın." Bundan ibarettir kitabın hikâyesi ve gerçekleşti gibi.

 

ES: Oluşum sürecine ilişkin neler söyleyeceksiniz, yazıların istenmesi, toplanması, biraraya gelmesi, basılması süreciyle ilgili olarak neler söylemek istersiniz?

 

BY: Buna karar verdikten sonra bu bir kitap olarak basılabilir mi diye Cem'le de konuştuk, o da severek ve hevesle böyle bir şeyin olabileceğini söyledi. Biz Peykan'la yazıları istemeye başladık, işte o çok uzun işti.

 

Cem Mumcu: Oradaki mailleşmeler bile yayınlanabilir yani!

 

BY: O mailleri saklıyorum ben.

 

PG: Bazıları yalvarmaya kadar uzanan...

 

BY: Evet. Yani "gözden ırak olan gönülden de mi ırak oluyor, arkadaşlar yazın şu yazılarınızı" filan diye diye... 3 yıl sürdü. Bu kadar yazının toplanması 3 yıl sürdü.

 

CM: "Oradan ayrılan arkadaşlar, kurtulamadınız şu Bakırköylülükten" dediler, ama onlar da kurtulamamış belli.

 

ES: Kaldı ki siz iftihar ediyorsunuz.

 

CM: Ondan öte başka bir şey hissediyorum evet.

 

BY: Sonuçta böyle yalvar yakar, kimisi hemen gününde, yazıyorsunuz maili, ertesi gün yazı geliyor, kimisine de defalarca. Şu anda yazı veren 2 kişi yaşamıyor, Bayülken ve Ahmet Ülman'ı kaybettik.

 

CM: Kitabın çıktığı günün ertesi günü kaybettik.

 

BY: Evetçok yaşlılar var aralarında, çok gençler de var. Ayrıca hastalarımızın yazıları da var. Zor oldu, ama güzel olduysa oldu, değdi.

 

ES: Hastaların yazıları olduğunu söylediniz, bunun dışında kimlerin tanıklıkları var kitabın içerisinde?

 

CM: Hastanede çalışan, bu süreci yaşayan hekimlerin var, hemşire hanımların var, psikolog arkadaşların var, fotoğrafçımızın var, yani mesela çobanımız da vardı.

 

BY: Kasaba gibi birşeydir Bakırköy.

 

CM: Kendi camii vardır.

 

BY: Marangozhane vardır.

 

CM: Ben gittiğimde koyun sürüsü vardı.

 

BY: Demirhanesi vardır, terzihanesi vardır.

 

CM: Faytonu vardır, faytoncusu vardır. Orada yaşayıp onları hisseden insanlardan oluşuyor, her kademede insan yazdı. Başhekimler de yazmış, onlar başka türlü yazmışlar, personel başka bir şey yazmış, yardımcı personelin yazısı çok başka türlü, hemşire hanımlar döktürmüşler bence, edebi anlamda bile döktürmüşler. Çok acayip metinler çıktı, bu kadar içinde olduğum bir yerin, sonra metinlerde yine beni şaşırtabileceğini, yine şaşkınlıkla gördüm. Bizim bile bilmediğimiz, fark etmediğimiz ne cevherler, ne özellikler olduğunu bir daha gördük orada.

 

PG: Özellikle hemşireler tıp hizmetinde isimsiz kahramanlardır, yükselme dereceleri bir yere kadardır akademik olarak da olsa. Fakat gerçekten hasta ile en yakın ve birebir çalışan bir gruptur. Bakırköy'de de hemşire yazıları özellikle çok ilginç. Ben

onları okurken "bu bir destan olabilir" diye düşündüm.

 

CM: Tıbbi bakımın ötesinde şeyler var; saçını kesmek, üstünü giydirmek, yıkamak...  Çok acayip.

 

BY: Aslında psikologları, sosyal hizmet uzmanı arkadaşları da anmak lazım. Hastanede 80 öncesinde çok az hemşire var, psikolog yok sayılacak kadar az var vs. Onlar geldikleri zaman sadece hastalarla mücadele etmiyorlar, bir de buna alışkın olmayan diğer personel var, "onbaşılar" dediğimiz filan, onlarla da mücadele ediyorlar. Bir psikolog nasıl oluyor da kendini kabul ettirebiliyor mesela? Bu hikâyeleri biz de açıkçası Cem'in dediği gibi, şaşırarak, bazılarını yeni duyarak, yeni öğrendik kitap vesilesiyle. Bu kitap sanmayın ki bizim için de sürprizlerle dolu değil.

 

CM: Bir başka hastanede hastanın giyeceği elbiseyi, terliği düşünür mü insan, evinden getirmeye kalkar mı, oradan buradan bunları bulmaya çalışır mı? Sonraki yıllarda da hatırlıyorum, sanıyorum Melih idi, kronik servisten hastaların bazılarını arabasıyla gezdirirdi.

 

BY: Hâlâ soruyorlarmış biliyor musun? "Melih bey bizi ne zaman gezdirecek?" diye.

 

CM: Yani böyle bir ruh vardı orada ve gelenlerin önemli bir kısmı bu ruha eşlik ettiler.

 

BY: Neslihan ikinci baskı için sonradan gelen yazılar arasındaki yeni yazısında şöyle bir şey söylüyor; Hastalar "ne olur bizi çıkar" deyince, bizimkiler de göz yumup biraz bahçeye çıkarmışlar, kapalı taraftan açık tarafa kaçmış hastalar da. Tabii çok üzülmüşler "ne yaptık, hastaları kaçırdık" diye. Akşam dönmüş hasta, "erkek adama yakışmaz kadın doktorun elinden kaçmak" demiş. Böyle bir anı var şey mesela. Enteresan tabii, hastalarda da bize karşı bir yakınlık oluyordu. Zekiye'nin yazısı var mesela, eşinin öldüğünü öğrenmiş, sürekli gelip giden bir hasta, her gelişinde tekrar, tekrar "nasılsın, ne yapıyorsun?" diye soruyormuş. Bu herhalde uzun süreli ilişkiler nedeniyle, başka herhangi bir hastane bu kadar sürekli ilişki kurmaz hastasıyla, hasta gelir tedavi olur gider.